Türkiye’yi 1950’den günümüze kadar yönetenler siyaseti hizmet etme aracı olarak değil, uyutma aracı olarak kullandılar. Onlar için birey hiç, millet yük, devlet yolunacak kaz idi. Cumhuriyet rejiminin getirdiği devrimlerin toplumda travma yarattığını iddia ettiler. Daha ileri giderek yolsuzluklarını ve namussuzluklarını örtmek için ‘DarülHarp’ süreci yaşadıklarını söyleyerek inanç sömürüsü yaptılar.
Yaşanan süreçte yapılan darbeler, derin devlet yapılanmaları, Gladyo ve bazı terör örgütleri ile yurtseverleri, aydınlanmacıları ve sivil örgütlerini yok ettiler. Demokrasi, hukuk, insan hak ve özgürlükleri gibi temel değerleri gasp ettiler.
Ülkeyi yönetenler şunu çok iyi biliyorlardı. Toplumu aydınlatmak yönetmekten zordu. Toplumu eğitimsiz, sağlıksız, işsiz, yoksul ve örgütsüz bırakmak daha kolaydı. Cumhuriyet’in kazanamadığı ruhla yapılan yatırımlar artan nüfus oranına ve gelişen dünyaya göre yetersizdi. O kazanımların da ileride canlarına okudular.
Onlar için;cemaat tarikat,ağa,bey,aşiret gibi feodal yapılanmalar bulunmaz bir şeydir. Etnik ve dinsel yapıların yeşerterek kolayca oy topluyorlardı.
Kula kulluk eden bireyleri ve ümmet toplumu yarattılar. Sadaka ve kültürüne alışan bireyler yönetime biat ediyordu. Her şey yolunda gidiyordu. Böyle toplumdan ulusal bilinç, demokrasi, hukuk, çağdaşlaşma, insan hakları ve özgürlükleri beklenemezdi.
Her insan kültürünü, tarihini yaşama hakkına sahiptir. İnançımız, mezhepimiz, etnik kimliğimiz ulusun ortak kültürel zenginlikleridir. Bu farklılıkların ulusu bölme, yok etme ve geriye götürme özgürlüğü yoktur. Atatürk diyor ki; ‘Cumhuriyeti kuran, vatandaşlık bağı ile devletine bağlı olan her yurttaş TÜRK ‘tür diyor.’ Türklük ve Türk milleti bizim üst kimliğimizdir, onurumuzdur.
Türkiye Cumhuriyeti kolay kazanılmadı. Çanakkale, Kurtuluş Savaşları ve Cumhuriyet Devrimleri ile kazanılan özgüven ve diriliş ruhu yani ”kuvayı Milliye ruhu” yok edilmeye çalışılıyor
Tarihin derinlikleri ve günümüzde çıkan savaşlara baktığımızda etnik ve dinsel ayrışmaların sonucunda çıkmıştır. Örneğin Haçlı savaşları Almanların ”Hitler”, İtalyanlar’ın “Mussolini” dönemlerinde çıkan savaşlar. Günümüzde de; Yugoslavya’da, Irak’ta ve Afganistan’da çıkan savaşlar somut örneklerdir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme sürecine baktığımızda sözde batılaşma adına 1839’da Tanzimat Fermanı, 1856 ‘da Islahat Fermanı ilan edildi.1876’da Birinci Meşrutiyet ,1908’de İkinci Meşrutiyet ilan edildi. Bu süreçlerde etnik, dinsel yapılanmalara ve azınlıklara çok primler verildi. Yabancılar devlet yönetiminin içine girdiler. İmparatorluk “kapitülasyonlarla” borç batağının içine sokuldu. Halk eğitimsizdi. Toplum ümmet toplumu idi. Kadının esamesi yoktu. Tarıma ve saniyeye gereken yatırımlar yapılmamıştı. Devlet yöneticileri basiretsizdi. Hep batılılardan emir alıyorlardı. Sonuç: 600 yıllık İmparatorluk kül oldu. Bu uyarılar yeterlidir herhalde.
Günümüzde de; Türkiye’ye demokrasi, çağdaşlaşma, küreselleşme, komşuları ile barış içinde yaşama adına AB ve ABD’nin dayattığı birçok açılımlar ve saçılımlar uygulanmaya konmaya çalışılıyor.
Türkiye arka bahçe yapılmaya çalışılıyor. Örnekler: Gümrük Birliği, Kıbrıs, Heybeli Ada Ruhban Okulu, Alevi ve Kürt Açılımları.
Bu açılımların kolayca yapılabilmesi içinde; Ergenekon ile Yurtseverler, Aydınlar içeri atıldı. Ordunun üzerine sahte belgelerle baskı kuruldu. Yargının siyasallaşması ve yandaş olması için baskılar kurulmaya çalışılıyor. Bunların hepsi tesadüf değil. Kısacası hedeflerine ulaşabilmek için dikensiz bir bahçe oluşturmaya çalışıyorlar.
Demokrasi deyince; uzlaşı, hoşgörü aklımıza gelir. Oysa ülkemizde gerilim, mantık tutulması, kamplaşma yaşanıyor. Demokrasi araç olarak görenlerdende bu beklenir.
Bu gelişmelere ek olarakda ekonomik yapımız her geçen gün kötüye gidiyor. Cumhuriyet’in kazanımı “KİT”ler, fabrikalar, bankalar, köprüler, limanlar ve topraklarımız “ÖZELLEŞTİRME” adı altında yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekiliyor.
Dünyayı saran ekonomik krizde ülkemizi “TEĞET” geçmedi. Toplumu dozer gibi ezdi. Devlet İstatistik Enstitüsü’nün yılın üç aylık verilerine göre; işsizlik yüzde 16,4 ulaştı. işsizlikte dünyada ikinci, gerilmede üçüncü sıradayız. Ekonomimiz 13,8 küçüldü. Bütçe 56 milyar dolar açık verdi. Bu durum ancak savaş dönemlerinde yaşanırdı.
Atatürk 1923’te şöyle sesleniyordu. “Efendiler! Yabancıların nasihat ve planlarıyla yükselmiş hiçbir gelecek olmamıştır. tarih böyle birşey kaydetmemiştir.” Bu söz bizde milli ruhu uyarmaya yetmiyor mu ?
Bu açılım ve saçılımları duygusallıktan ve önyargılar uzak bir şekilde teker teker masaya yatırdığımızda görülecektir ki: Ülkemiz kazanmaktan çok kaybetmiştir.
Bu gelişmeleri fırsat bilen ulusal bilinçten yoksun yandaş basın, AB, ABD fonlarından ve siyasetten beslenen sözde aydınlar bilim adamları, sanatçılar, siyasetçiler kanal kanal gezerek ve köşelerinde halkın beynini yıkıyorlar. Oysa aydın dik duran, doğruyu söyleyen, ülkesini seven insandır. Demokrasi, küreselleşme, çağdaşlaşma ve barış adına toplumu ayrıştırıyorlar. Emperyalizmin tutsağı yapıyorlar, ULUSAL BİLİNÇİ yok ediyorlar. Nesillerin beyni öyle yıkanmış ki Atatürk’ü terörist başı Abdullah Öcalan ve Hümeyni ile aynı kefeye koyuyorlar. Fethullah Gülen’i kurtaracı olarak görüyorlar. İngiliz Mandasını savunuyorlar. Bu gelişmeler insanın içini yakıyor.
Toplumda kendine reva görülen bu yaşamı sessiz film gibi izliyor. Unutmayalım: “Gaflet uykusuna yatanlar için sabah yoktur.” Yaşanan günler insana ve toplumumuza yaşama sevinçi vermiyor.
Türk Milleti: Dirliğin, birliğin, dilin, adın, yurdun, bağımsızlığın bir kez giderse,bir daha geri gelemez.
Sen uşak olarak yaşamaya alışık değilsin. Bağımsız, onurlu yaşamak senin ulusal onurundadır. Sen tarihte umutsuzluklardan umut yaratmış bir milletsin.
Türkiye’nin geleceğini belirleme hakkı;dürüst devlet adamlarına ve ulusun kendisine ait olduğu unutma.
YARIN GEÇ OLABİLİR.
19.09.2009