Devlet ve ulus olarak var oluşumuz elle tutulur, göz ile görülür bir şekilde iç ve dış tehditler altına alındığı bir süreci yaşıyoruz.
Toplumda akıl tutulması, mantığını yitirme ve bilgi kirliliği gibi travmalar yaşanıyor. İnsanlık kriterleri o kadar değişti ki; adam olmak zorlaştı. İnsanlar neyin doğru, neyin yanlış olduğunu ve kime güveneceğini ayırt edemez durumdalar. Her şeyin maddiyat ile ölçüldüğü, bireysel çıkarların ülke ve ulus çıkarlarının önüne geçtiği acımasız bir süreci yaşıyoruz. Bu durumda devletimizin devamlılığı, bütünlüğü ve ulusumuzun birliği derin yaralar alıyor.
Ülkenin DNA’sının nasıl bozulduğunu somut örneklerle irdeleyelim.
Ülkemizde devlet adamı sıkıntısı çekiliyor. Türkiye acemi politikacıların deneme tahtası oluyor. Hükümet olma uğruna devletin devamlılığı, toplumun huzuru ve refahı göz ardı ediliyor. Devlet geleneği bozuluyor. Kurumlar birbirini yıpratıyor.
ABD ve AB istedi diye 41 diplomatımızı öldüren, Lozan anlaşmasını tanımayan, sözde Ermeni soykırım yasasını dünyada bir çok ülkeye kabul ettiren , bizden toprak ve tazminat talep eden Ermenistan ile ilişki kuruluyor.
İran Cumhurbaşkanı’nın ve Suidi Arabistan Kralının ayağına gidiliyor. Ankara’nın Başkent olduğu unutuluyor ve Cumhuriyetimizin kurucusuna saygı göz ardı ediliyor. Yine bu siyasetçilerin 15 yıl önce TBMM tutanaklarına geçen AB ve Ermanistan için söyledikleri sözlerin tamamen tersi davranışlar sergilemeleri ulusumuzun onurunu zedeliyor.
ABD ve AB nin istemleri doğrultusunda izlenen politikalar nedeni ile Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti göz göre göre elimizden gidiyor. Lozan ve Zurih anlaşmaları yok sayılıyor. Kuzey Kıbrıs Cumhuriyetinin baskılar sonucu kabul ettiği Annan Planı referandumuna rağmen bir şey elde edemedik. Türk askeri işgalci sayılır. AB’ ye alınan Güney Kıbrıs Rum kesimi adanın tek temsilcisi görülüyor. AB ile tek yanlı imzaladığımız Gümrük Birliği Anlaşması çerçevesinde limanlarımızın Rumlara açılması dayatılıyor.
Terörü besleyen, 35-40 bin insanımızın kaybına neden olan, ayrıca 100 milyar dolar kayba neden olan Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani davet ediliyor. Kuzey Irak yönetimi lideri Barzani ile ilişki kurmamız isteniyor.
AB Projesi bir başka bahara kaldı. 36-37 maddelik AB kriterleri her türlü ödünler verilerek kabul edilse bile birliğe üyeliğimiz Güney Kıbrıs Rum kesimi ve Yunanistan’ın iki dudağı arasında. Bu da yetmiyor. Fransa ve Avusturya devletlerinin halklarının referandum sonucu alacağı sonuca bağlıdır.
Diğer AB üyelerine uygulanan kriterler bize uygulanmamakta, bize ikiyüzlü davranılmaktadır.
Özelleştirme adı altında bu ülkenin 85 yıllık kazanımları olan fabrikalarımız, işletmelerimiz, bankalarımız, madenlerimiz, limanlarımız ve topraklarımız yerli ve yabancı işbirlikçilerine yok pahasına peşkeş çekiliyor. Satılanların yerine yenisi yapılmıyor, istihdam alanları yaratılamıyor. Borcumuz azalmıyor. Sanayimiz ve tarımımız çöküyor. Halkımız yoksullaşıyor.
İç ve dış borcumuz 500 milyar dolara ulaştı. Yılda 56 milyar dolar faiz ödüyoruz. 4 kişilik aileye yoksulluk sınırı olarak 255 YTL’yi layık görüyoruz. İşsizlik, yoksulluk her geçen gün artıyor. Toplum sadaka kültürüne alıştırıldı. Sosyal devlet çöküyor.
Yüce dinimiz kul ile Allah arasından vicdanlardan çıkarılıyor, dinimiz ticarete, siyasete alet edilerek “DİN HORTUMCULUĞU” yapılıyor. Bosna’ya, Kombasan’a, Yimpaş’a, Jet-Pa’ya ve Almanya’daki Deniz Feneri’ne kaptırılan paralar din kullanılarak iç edilmiştir. Bu kurumlardan hiç bir hesap sorulmamıştır. Binlerce gurbetçimiz mağdur olmuştir.
Günümüzde tarikatler, cemaatler aynı işleri yürütüyor. Bu din tüccarları şirket kuruyor, medya satın alıyor, her türlü ihalelere giriyor. Kazandıkları güç ile ekonomiyi ve siyaseti yönlendiriyorlar. Devletin kurumlarını bir bir ele geçiriyorlar. Zemin buldukça Cumhuriyetle hesaplaşmaya kalkıyorlar. Bir de ABD’nin ortaya attığı, ne olduğu belli olmayan “Ilımlı İslam Projesi” ülkemize dayatılıyor. Başbakanımız da eşbaşkanlığını yürütüyor. Toplum ayrıştırılıyor. Özgür bireyin yerini kula kulluk eden bireyler alıyor.
Derin devlet, Glodya, Kontgerilla, Ergenekon, Hizbullah ve bazı sol örgütlerinde içinde bulunduğu yasadışı örgütler devleti ve milleti koruma adına kendi kendine sorumluluklar üstlendiği görülmektedir. Vatan, bayrak, ulus, yurtseverlik gibi yüce kavramları kullanarak, hatat çete, mafya, tarikat ve siyaset ile iç içe geçerek bu ülkenin insanının canına kıydıklarını ve mallarını gasp ettiklerini okudukça, duydukça, gördükçe insanın kanı donuyor. İnsan hukuk devleti nerede diye sormadan edemiyor.
Bir kısım medya, sivil toplum örgütleri, kendine bilim adamı ve aydın diyen insanlar ise; AB fonlarından, Soroz Vakfı’ndan, siyasi iktidardan ve patronlarından beslendikleri için onlardan aldıkları emir ve talimatlar doğrultusunda hareket ediyorlar. Ülke ve ulus çıkarlarını bireysel çıkarlarının önünde tutuyorlar. Toplumda bilgi kirliliği yaratıyor, kültürel erezyonu ve etnik ayrımcılığı körükleyerek toplumun DNA’sını bozmakta birbirleri ile ustaca yarışıyorlar.
Bu ülkede bu gidişi sizden başka gören yok mu? diyeceksiniz. Felaket tellallığı yapmaya, karamsarlık aşılamaya, umutları tüketmeye ne hakkınız var diyeceksiniz. Bende en az sizler kadar ülkemiz seviyorum. Bu çöküşü sizlerle paylaşarak yurttaşlık sorumluluğumu karınca kararınca yerine getirmeye çalışıyorum.
Bu ülkenin nasıl kazanıldığını daha iyi kavramak istiyorsanız NUTUK’u ve ÇILGIN TÜRKLER’i okuyun. Bu ülkede böyle şeyler olmaz diyorsanız GENÇLİĞE HİTABE’yi okumanızı öneriyorum.
Karanlık içinde aydınlık, yoksulluğun içinde umut arayan bir ulus olma kaderimiz değildir. Halkın gücünün her şeyin üstesinden geleceğine inanıyorum.
Bu gidişin üstesinden tarih ve ulus bilinci kazanmış, sağlıklı, eğitimli, ekonomik düzeyi düzgün, kültürü, özgür ve örgütlü toplum yaratarak gelebiliriz. Aklı ve bilimi rehber edinerek ulusumuzu hak ettiği çağdaş uygarlık düzeyine çıkarabiliriz.
19.09.2008